Smaug


Smaug

Smaug’un geçmişi hakkında çok bir bilgi olmasa da Kuruyan Çalılık, Withered Heath, adı verilen bir yerden geldiği tahmin edilir. Üçüncü Çağ'ın sonlarına doğru yaşamış olan en güçlü ejderhadır. Ortak Lisan'ı konuşabilmektedir. Bakışları ile karşısındaki kişiyi etkisi altına alıp kontrol ederdi. Smaug alev püskürten bir ejderhaydı. Pençeleri ve dişleri keskin, kuyruğu uzundu. Dinlenme durumunda kanatları katlanabilmekteydi. Smaug'un bedeni, kızıl altın renginde sert pullarla kaplıydı. Karnının alt kısmı ise soluk renkteydi ve mücevherlerle kaplanmıştı lakin Smaug bunu bilmese de sol göğüs boşluğunda kabuğundan çıkmış, savunmasız büyük bir parça bulunmaktaydı.

2770 yılında, Smaug önce Dale'a saldırdı ve kendisine karşı çıkmaya çalışan, insan ve cüceleri katletti. Dale ile işi bittikten sonra Smaug, Erebor'a ön kapıdan girdi ve içerideki cüceleri avlamaya başladı. Dağ’ın Altındaki Kral Thror ve oğlu Thrain, Dağ'ın dışına çıkan gizli kapıdan, kaçmayı başardılar. Fakat Dale lordu Girion, Smaug tarafından öldürüldü. Yine de Girion'un karısı ve çocuğu, Göl Kasabası'na kaçmayı başardılar.
Gri Gandalf, Sauron'un geri döndüğünü öğrendiğinde Smaug'un Sauron tarafından Kuzey'de karmaşa yaratmak amacıyla kullanıldığını anladı; çünkü Sauron bu dönemde Ayrıkvadi ve Lothlórien'e saldırılar düzenlemekteydi.

Gandalf, Thráin oğlu Thorin Meşekalkan ile 2941 baharının bir gününde, tesadüfen karşılaştı. Thorin, Yalnız Dağ'ı geri almayı istemekteydi ve birlikte on üç cüce ve bir hırsızdan oluşan bir plan yaptılar. Hırsız rolü için Gandalf, Bilbo Baggins isimli bir Hobbiti belirledi.

Puslu Dağlar, Kuyutorman ve Thranduil'in Salonları'ndaki maceralarından sonra Bilbo ve 13 cüce ,Durin Günü'nde, Yalnız Dağ'a varmayı başarmış ve Dağ'a açılan gizli kapının önünde bir sonraki hareketlerini tartışıyorlardı. Uzun Süre cüceler kapının önünde karanlıkta durup tartıştılar ve nihayet Thorin konuştu.

Thorin demiş ki
"Artık, uzun yolumuzda bize iyi yoldaş olduğunu kanıtlamış biri ve boyunu çok aşan bir cesaret ve çözüm üretme becerisine sahip bir hobbit olan ve söylememde sakınca yoksa alışagelmiş olandan çok daha fazla şans sahibi, saygı değer bir kimse olan Bay Baggins'in zamanı gelmiştir. Kafilemize katılma nedeni olan hizmeti yerine getirmesinin zamanı gelmiştir. Ödülünü kazanmasının zamanı gelmiştir."


Bilbo demiş ki
"Söylemeye çalıştığın şey gizli geçide önce benim gitmem gerektiği ise, ey Thrain oğlu Thorin Meşekalkan, bunu hemen söyle de bitsin! Reddedebilirim. Sizi şimdiden pazarlıkta olmayan iki karışıklıktan kurtardım, bu yüzden de zaten bir miktar ödülü hak etmiş olduğum kanısındayım. Ama babamın söylediği gibi 'üçüncü sefer hepsini öder' ve nedense reddedeceğimi sanmıyorum. Belki de şansıma eski günlerde güvenmediğim kadar güvenmeye başladım. Ama yine de hemen gidip bir bakıp işi aradan çıkaracağımı sanırım. Şimdi, kim benimle geliyor."


Balin kendisine tünelin yarısına kadar eşlik etti ve bu noktadan sonra Bilbo yüzüğünü takıp, oldukça sessiz bir şekilde ilerlemeye başladı. Dev kızıl ejderha orada yatıyordu, derin uykudaydı; çenesi ve burun deliklerinden bir gümbürtü ve duman delikleri çıkıyordu, amauykuda olduğundan ateşleri sönüktü. Altında, kol ve bacaklarının, kıvrılmış dev kuyruğunun altında ve dört bir yanında, görünmeyen zemine yayılan sayısız yığın halinde değerli şeyler vardı, işlenmiş ve işlenmemiş altın, değerli taşlar ve mücevherler ile al ışıkta kızıla boyanmış gümüş.

Bilbo'nun nefesinin kesildiğini söylemek, anlatmaya kesinlikle yetersiz kalır. İnsanlar tüm dünyanın harika olduğu günlerde elflerden öğrenmiş oldukları lisanı değiştireli beri, Bibo'nun bocalamasını betimleyecek bir sözcük kalmamıştır. Ona bir çağ kadar uzun gelen bir süre boyunca baktıktan sonra, adeta kendi iradesi dışında, kapının gölgesinden gizlice uzaklaşıp yerden en yakındaki hazine yığınlarının kenarına yaklaştı. Uyuyan ejderha başının üzerinde yatıyordu; uykusunda bile dehşetli bir tehditti. Bilbo iki kulplu, kocaman ve taşıyabileceği kadar ağır bir kaseyi kavradı ve korku dolu gözlerinin birini yukarıya dikti. Smaug tek kanadını oynattı, tek pençesini açtı, horuldarken çıkardığı gümbürtünün notası değişti.

Bilbo kaçmayı başardı ve ejdarha uyanmamıştı. Küçük hobbit uzun tüneli tırmanırken başlıca düşüncesi şuydu:

Bilbo demiş ki
"Başardım! Bu onlara gösterecek. 'Hırsızdan çok bakkala benziyor' ha! Eh, artık bir daha böyle bir şey demeyecekler"


Demediler de. Balin hobbiti gördüğü için sevince boğulmuş, şaşırdığı kadar da keyiflenmişti.. Cüceler kaseyi elden ele geçirip hazinelerinin geri alınışından büyük bir sevinçle bahsediyorlardı ki aniden altlarındaki dağda, patlamaların yeniden başlamaya karar vermiş eski bir yanardağmış gibi, büyük bir gümbürtü koptu.

Cüceler bunun üzerine bir an önceki neşelerini ve kendine güvenli övünmelerini unutup korkuyla sindiler. Daha Smaug ile hesaplaşmaları gerekiyordu. Yakınında yaşıyorsanız, canlı bir ejderhayı hesaplarınıza katmamak olmaz. Ejderhalar bütün servetlerinden gerçek anlamda faydalanmıyor olabilirler, ama bir kural olarak, hele de uzun süredir iyeliklerindeyse, son gramına kadar bilirler; Smaug da bir istisna değildi. Huzursuz bir düşten uyuklama haline geçmiş, sonra da tamamen uyanmıştı. Mağarasında bir nefes yabancı hava vardı. O küçük delikten hava akımı olabilir miydi? Çok küçük olmasına rağmen orası hakkında hiç bir zaman mutlu olmamıştı, şimdi de ona şüpheyle bakarak onu neden kapamamış olduğunu merak ediyordu. Son zamanlarda yukarılardan inine varan belli belirsiz bir vurma sesi yakaladığını sanmıştı. Kımıldandı ve havayı koklamak için burnunu uzattı. O zaman kasenin yokluğunu fark etti!

Hırsızlar! Yangın! Cinayet! Dağ'a geleli beri böyle bir şey olmamıştı! Gazabı tarife sığmaz, sadece keyfini süremeyecek kadar çok şeyi olan zengin kimselerin uzun zamandır sahip oldukları, ama daha önce ne kullandıkları, ne de istedikleri bir şeyi aniden kaybettiklerinde görülen türden bir gazap. Ağzından ateş fışkırdı, salonu dumana boğdu ve dağı köklerine kadar sarstı. Başını küçük deliğe doğru itti, ama nafile; sonra bedenini uzunluğunca topladı ve yeraltında gök gürültüsü gibi kükreyerek derin inin büyük kapısından hızla, daü sarayının dev geçitlerine ve Ön Kapı'ya doğru ilerledi.
Tek düşüncesi hırsızı yakalayıp parçalayana ve ayaklarının altında ezene kadar dağın tamamını aramaktı. Kapıdan fırladı, sular ıslıklı, haşin buharlar halinde yükseldi, ejderha alevler saçarak yükseklere yağdı, kızıl ve yeşil alevler püskürterek dağın tepesine yerleşti. Cüceler uçuşun korkunç gürültüsünü duydular ve çimenli taraçanın duvarlarına yaslanıp, avlanan ejderhanın dehşet verici gözlerincen saklanmayı ümit ederek kayaların altına sindiler.

Bir kez daha Bilbo olmasa hepsi ölecektii

Bilbo demiş ki
"Çabuk! Çabuk! Kapı! Tünel! Burada durmak iyi değil."


Aşağıda bıraktıklar Bombur ile Bofur'u kurtarmaya çalışırlarken bir kanat sesi duyuldu. Dik kayların uçlarına kızıl bir ışık değdi. Ejderha geldi.

Çıkınlarını çekiştirip sürükleyerek tünele ancak girebilmişlerdi ki, Smaug kuzeyden son hızla, dağ cephesini alevlerle yalayarak, koca kanatlarını rüzgarın kükremesini andıran bir gürültüye çırparak üstlerine geldi. Sıcak nefesi kapının önündeki çimenleri kuruttu ve açık bıraktıkları çatlaktan içeri sızıp onları yattıkları yerde kavurdu. Ardından ejderhanın bir sonraki geçişiyle etrafa karanlık çöktü. Midilliler dehşetle haykırdılar, iplerini kopartıp çılgınça kaçıştılar. Ejderha pike yaparak dönüp peşlerine takıldı ve görünürden kayboldu.

Thorin demiş ki
"Bu zavallı hayvanlarımızın sonu olacak! Smaug'un bir kez gördüğü kimes ondan kaçamaz. İşte buradayız ve burada kalmak zorundayız, içimizden biri Smaug nöbet tutarken nehre giden millerce açık arazide taban tepmek istemiyorsa tabii!"


Ejderha midillilerden ve keşfettiği kampların kalıntılarından, nehirden ve gölden insanlar geldiğini ve midillilerin durduğu vadiden dağın yamacına çıktıklarını tahmin ediyordu; ama kapı arayan gözlerine direniyordu, yüksek duvarlı küçük çıkma ise en şiddetli alevlerini dışarıda tutuyordu. Şafak öfkesini soğutana ve uyumak, ve gücünü toplamak, için altın kanapesine dönene kadar boş yere uzun uzun arandı. Hırsızlığı ne unutur, ne affederdi, geçen bin yıl onu dumanı tüten taşlara çevirse bile, ama beklemeyi göze alabilirdi. Yavaşça ve sessizce inine döndü ve gözlerini yarı yarıya kapadı.

Sabah olduğunda cücelerin dehşeti azaldı. Ne yapılacağı konusunda uzun uzun tartıştılar, ama Smaug'dan kurtulmanın hiç bir yolunu düşünemediler. Bilbo'nun belirtmek istediği gibi, bu her zaman planlarının bir zaafıydı. Derken bütünüyle şaşalmış kimselerin tabiatı olduğu üzere, hobbite homurdanmaya, başlangıçta onlara büyük keyif veren şey için onu suçlamaya başladılar: Bir kase getirdiği ve Smaug'un gazabını çok çabuk uyandırdığı için.

Bilbo demiş ki
"Sizce bir hırsız başka ne yapar ki? Benimle hazine çalmak için anlaşıldı, ejderhaları öldürmek için değil, bu savaşçıların işidir. Elimden gelen en iyi başlangıcı yaptım. Sırtımda Thror'un definesinin tamamıyla yürüyerek geri dönmem mi bekliyordunuz? Homurdanmak gerekiyorsa, sanırım benim de bu konuda söz hakkım olabilir. Bir değil, beş yüz hırsız getirmeniz gerekirdi. Büyükbaban açısından son derece takdire şayan olduğuna eminim, ama servetinin muazzam boyutlarını bana açıkca söylediğini iddia edemezsin. Ben elli misli büyük, Smaug da tavşan kadar evcil olsa bile hepsini yukarı çıkarmak için yüzlerce yıla ihtiyacım olurdu."


Bunun üzerine cüceler elbette ondan özür dilediler.

Thorin, kibar bir sesle demiş ki
"O halde ne yapmamızı önerirsin, Bay Baggins?"


Bilbo demiş ki
"Şu an en ufak bir fikrim yok, hazineyi oradan çıkarmaktan bahsediyorsan. Bu besbelli şansın dönmesine ve Smaug'dan kurtulmamıza bağlı. Ejderhadan kurtulmak hiç haddim olmasa da, bunu düşünmek için elimden geleni yapacağım. Şahsen hiç umudum yok ve keşke evimde olabiliseydim, diyorum.


Thorin demiş ki
"Onu şu an boş ver! Şimdi, bugün ne yapacağız?"


Bilbo demiş ki
"Eh, gerçekten tavsiyemi istiyorsan, olduğumuz yerde kalmaktan başka bir şey yapamayız, derim. Gündüzleri şüphesiz dışarı süzülüp temiz hava alabiliriz. Belki fazla zaman geçmeden içimizden bir iki kişi nehirdeki eşyalarımızın yanına dönüp erzaklarımızı doldurmak üzere seçilebilir. Ama o zamana kadar, herkesin gece olmadan önce tünelin içinde olması gerekiyor. Şimdi size bir öneri olacak. Benim yüzüğüm var ve bu öğle vakti aşağı süzüleceğim, Smaug öğle uykusuna yatıyorsa, neler çevirdiğine bakacağım. Belki bir şey çıkar. Babamın dediği gibi, 'Her solucanın zayıf bir noktası vardır', gerçi babamın bunu kişisel deneyimlerine dayanarak söylediğini sanmam."


Cüceler doğal olarak öneriyi hevesle kabul ettiler. Çoktan küçük Bilbo'ya saygı duymaya başlamışlardı.Artık serüvenlerinin gerçek lideri oydu.

Yola düştüğünde güneş parlıyordu, ama tünelin içi gece kadar karanlıktı. O inerken hemen hemen kapalı olan kapıdan inen ışık kısa zamanda soldu. İlerleyişi o kadar sessizdi ki, yumuşak bir rüzgarda sürüklenen dumandan az halliceydi ve Bilbo alt kapıya yaklaşırken kendisiyle biraz övünme eğilimindeydi.

Bilbo demiş ki
"Yaşlı Smaug yorgun ve uykuda, beni göremez ve duyamaz. Neşelen Bilbo!"


Ejderhaların koku duyusunu unutmuş ya da hiç duymamıştı. Ejderhaların kuşkulu olduklarında uyurken tek gözlerini yarı yarıya açık tutup etrafı gözledikleri de acayip bir gerçektir.

Bilbo bir kez daha girişten başını çıkarıp baktığında, görülmeyen bir buhar soluğundan öte ses çıkarmayan, neredeyse cansız ve karanlık görünen Smaug kesinlikle uykuda gibiydi. Blbo ayağını zemine atacakken, gözüne Smaug'un sol gözünün sarkık kapağının altından ince ve delici bir ışık hüzmesi ilişti. Ejderha sadece uyuyormuş gibi yapıyordu! Tünel girişini izlemekteydi! Bilbo aceleyle geri döndü ve yüzüğün büyüsüne rahmet okudu. Derken Smaug konuştu.

Smaug demiş ki
"Eh, hırsız efendi! Kokunu alıyor ve havanı hissediyorum. Nefesinin sesini duyuyorum. Gel yanıma! Yine bir şeyler al, burada fazla fazla var!"


Ama Bilbo ejderha irfanı bakımından o kadar cahil değildi ve Smaug onu yanına bu kadar kolay çekebileceğini sanıyorsa, bu onu hayal kırıklığına uğratırdı.

Bilbo demiş ki
" Teşekkür ederim, almayayım, Ey Heybetli Smaug! Hediye almak için gelmedim. Amacım sadece sana bir bakmak ve sahiden öykülerin dediği kadar büyük olup olmadığı görmekti. Bu öykülere inanmıyordum."


Smaug demiş ki
"Artık inanıyor musun?"

Diye sordu, söylenenlerin tek kelimesine dahi inanmasa da gururu okşanmış olan ejderha.

Bilbo demiş ki
"Şüphesiz ki şarkılar ve öyküler gerçeği anlatmak konusunda hepten kifayetsiz kalıyor, Ey Felaketkerin En Büyüğü ve Başı Smaug."


Smaug demiş ki
"Bir Hırsız ve yalancıya göre terbiyelisin. Adımı biliyor gibisin, ama daha önce kokunu aldığımı hatırlamıyorum. Kim olduğunu ve nereden geldiğini sorabilir miyim?"


Bilbo demiş ki
"Sahiden de sorabilirsin. Tepenin altından geldim ve yolum beni tepenin altından tepelerin üzerine geçirdi. Ve havadan. Ben görmeden yürüyenim"


Smaug demiş ki
"Buna kolaylıkla inanabilirim, ama bu her zamanki ismin olamaz."


Bilbo demiş ki
"Ben ipuçlarını bulan, ağları kesenim, ısıran sineğim. Şanslı sayı için seçildim."


Smaug demiş ki
"Harika ünvanlar! Ama şanslı numaralar her zaman başarıya ulaştırmaz."


Bilbo demiş ki
"Ben dostlarını diri diri gömen, onları suda boğan ve sudan diriyken çekip çıkaranım. Bir çıkının çıkmazından geldim, ama başıma çıkın geçmedi."


Smaug demiş ki
"Bunlar kulağa pek inanılır gelmiyor,"


Bilbo demiş ki
"Ben ayıların dostu, kartalların konuğuyum. Ben Yüzüğü Kazanan ve Şansı Tanıyan'ım ve Fıçıya Binen'im,"


Smaug demiş ki
"Bu daha iyi! Ama hayal gücünün kontrolden çıkmasına izin verme."


Elbette, gerçek isminizi açık etmek istemiyor, ancak kesin bir reddedişle de onları öfkelendirmek istemiyorsanız, ejderhalarla konuşmanın doğru yöntemi budur. Hiçbir ejderha bilmecemsi konuşmaların büyüsüne ve bunları anlamak için zamanını harcamaya direnemez. Ortada Smuag'un hiç anlamadığı pek çok şey vardı, ama yeterince çok şey anladığını düşünüyor ve haince içinden kıkırdıyordu.

Smaug demiş ki
"Dün gece öyle düşünmüştüm. Göl insanları, bu o varil ticareti yapan sefil Göl insanlarının işi değilse ben de kertenkeleyim. Nicedir oraya inmedim, ama yakında bu değişecek!"


Diye gülümsedi Smaug kendi kendine

Smaug yüksek sesle demiş ki
"Pekala, Ey Fıçıya Binen! Belki Fıçı midillinin adıydı, belki de değildi, gerçi midillinin yeterine şişman olduğuna şüphe yok. Söyleyeyim sana dün gece altı midilli yedim ve yakında hepsini yakalayıp yemiş olacağım. Bu mükemmel yemeğin karşılığında sana iyiliğin için tek bir tavsiyede bulunacağım: Elinden gelirse cücelerle başka bir alışverişin olmasın!"


Bilbo sahte bir şaşkınlıkla demiş ki
"Cüceler mi?"


Smaug demiş ki
"Bana anlatma!! Cüce kokusunu ve tadını bilirim, benden iyi kimse bilemez. Bana bir cücenin bindiği midilliyi yiyip de bunu farkına varmayacağımı söyleme! Böyle dostlarla gezersen sonu kötü olur, Hırsız Fıçıya Binen. Geri gidip onlara bunu söylemenin benim için bir sakıncası yok."


Ama Bilbo'ya hiçir şekilde çözemediği tek bir koku, hobbit kokusu olduğunu söylemedi; bu koku ejderhanın deneyimlerinin çok dışındaydı ve aklını fena halde karıştırıyodu.

Smaug demiş ki
"Dün gece o kase karşılığında iyi para aldın sanırım. Söyle bakalım, aldın mı hiç? Hiç mi? Eh bu tam da onlardan beklenecek şey. Heralde onlar dışarıda asık suratla beklerken en tehlikeli şeyleri yapmak, ben bakmazken elinden geleni almak olsa gerek işin onlar için. Adil bir pay alacak mısın peki? Buna sakın inanma canını kurtarırsan kendini şanslı say."


Artık Bilbo kendisini fena halde rahatsız hissetmeye başlamıştı. Smaug'uın gölgelerde dolaşarak onu arayan gözü ne zaman üstüne düşse titriyor ve içinde dışarı fırlamak, kendisini göstermek ve bütün gerçeği Smaug'a anlatmak için açıklanamaz bir arzu duyuyordu. Aslına bakılırsa ciddi bir ejderha efsununa kurban gitme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama cesaretini toplayarak tekrar konuştu.

Bilbo demiş ki
"Her şeyi bilmiyorsun, Ey Kudretli Smaug, Bizi buraya getiren tek şey altın değil."


Smaug gülerek demiş ki
"Ha ha! 'Biz' olduğunuzu kabul ediyorsun, Neden 'on dördümüz' deyip de kurtulmuyorsun, Bay Şanslı Sayı ? Bu yörede benim altınımdan başkacak işleriniz olmasına sevindim. Bu halde belki de zamanını hepten boşa harcamamış olursun.


Smaug demiş ki
"Ama altını parça parça çalmayı başarabilirseniz bile - yaklaşık yüz yıl sürecek bir iş- fazla uzağa gidemeyeceğiniz aklınıza gelmiş miydi? Dağ yamacı pek işe yaramaz değil mi? Orman da öyle. Vay bana! İşteki bit yeniğini hiç düşünmedin mi? On dörtte bir hisse ya da onun gibi bir şey, şartlar buydu değil mi? Ama ya teslim? Ya taşıma ücreti? Ya silahlı muhafızlar ve troller?"


Ve Smaug kahkahayla güldü. Hain ve kurnaz bir yüreği vardı ve planlarının arkasında Göl insanlarının olduğundan ve ganimetin büyük bölümünün orada, gençliğinde Esgaroth adı verilen kıyı kasabasında durmasının tasarlandığından şüphelense de, tahminlerinin pek de yersiz olmadığını biliyordu.

Buna inanmanız zor olacak, ama zavallı Bilbo'nun cesareti gerçekten çok kırılmıştı. O ana kadar bütün düşünceleri ve enerjisi Dağ'a varmak ve girişi bulmak üzerine yoğunlaşmıştı. Hazinenin yerinden nasıl çıkartılacağını, hele kendi peşine düşen kısmını ta Tepealtı'ndaki Çıkın Çıkmazı'na kadar nasıl getirileceğini merak etmeye hiç zahmet etmemişti.

Artık zihninde berbat bir şüphe büyümüye başlamıştı. Bu önemli noktayı cüceler de mi unutmuştu, yoksa baştan beri ona bıyık altından gülmekte miydiler? Ejderhaların sözleri deneyimsiz kişileri işte böyle etkiler. Elbette Bilbo'nun temkinli olması gerekirdi; ama Smaug'un ezici bir kişiliği vardı.

Bilbo, dostlarına sadık kalma ve kendi payına düşeni alma çabasıyla demiş ki
"Sana söylemeliyim ki, altın bizim için ikinci derecede önemliydi. Tepenin üstünden tepenin altından, dalganın ve rüzgarın sırtında gelişimizin nedeni "İntikam'dı".Şüphesiz ki, ey serveti hesapsız Smaug, başarının sana acı düşmanlar kazandırdığının farkında olmalısın."


Bunun üzerine Smaug sahiden kahkahalarla güldü. Bilbo'yu sarsıp yere yıkarken, tünelin yukarısındaki cücelerin birbirlerine sokulup, hobbitin ani ve iğrenç bir sonla karşılaştığını düşündüren yıkıcı bir ses.
"İntikam!" diye alay etti ve gözlerinin ışığı al şimşekler misali salonu tabandan tavana kadar aydınlattı.

Smaug demiş ki
"İntikam! Dağaltı'nın Kralı öldü ve intikam aramaya ceserat eden hısımları nerede? Dale Lordu Girion öldü, onun halkını koyun sürüsündeki kurt gibi yedim, ya bana yaklaşmaya cesaret eden oğullarının oğulları nerede? Ben istediğim yerde can alırım ve kimse bana direnmeye cürret edemez. Eskinin savaşçılarını devirdim ve emsalleri günümüzde kalmadı. O zamanlar hem genç, hem de yumuşaktım. Artık yaşlı ve güçlüyüm, güçlü, güçlü, güçlü, seni Gölgelerdeki Hırsız!. Zırhım on kat kalkana bedeldir, dişlerim birer kılıç, tırnaklarım mızrak, kuyruğumun tokadı şimşek, kanadım bir kasırga, soluğum ise ölümdür!"


Bilbo demiş ki
"Hep anladığım kadarıyla, ejderhaların alt kısmı, özellikle de - ıı - göğüs bölgesi daha yumuşakmış, ama şüphesiz böylesine kuvvetlenmiş bir şahıs bunu da düşünmüştür."


Ejdarhanın övünmesi yarıda kesilmişti.

Smaug, tersleyerek demiş ki
"Senin bilgilerin güncelliğini yitirmiş. Üstten ve alttan demir pullar ve sert değerli taşlarla zırhlıyım. Tenime hiç bir kılıç işlemez."


Bilbo demiş ki
"Bunu tahmin etmem gerekirdi.Şüphesiz ki, Delinmez Lord Smaug."


Hobbitin önceki gelişinde alt karnındaki tuhaf kaplamıyı fark ettiğini ve kendince nedenlerle daha yakından bakmaya can attığını bilmiyordu. Ejderha sırtüstü döndü.

Smaug demiş ki
"Bak. Buna ne diyorsun?"


Bilbo demiş ki
"Göz kamaştırıcı derece görkemli! Mükemmel! Kusursuz! Sarsıcı!"

Diye ünledi Bilbo yüksek sesle, ama içinden şöyle düşünüyordu:

Bilbo demiş ki
"İhtiyar ahmak! Eh, sol göğsünün oyuğunda kabuğundan yeni çıkmış salyangoz kadar çıplak, büyük bir açıklık var!"


Bunu gördükten sonra Bay Baggins'in tek düşüncesi oradan uzaklaşmaktı.

Bilbo demiş ki
"Eh, Muhteşem Zatını daha fazla alı koymam hiç doğru olmaz, seni çok ihtiyaç duyduğun dinlenceden alıkoymam da. Ne de olsa uzun bir avantajı olan midillileri yakalamak için biraz çaba sarf etmen gerekir. Hırsızları da öyle"
,

Diye ekledi, geriye konuşup yukarı tünelden kaçmadan önce son bir laf sokmak niyetiyle.
Bu talihsiz bir laftı, zira ejderha peşinden feci alevler püskürttü ve Bilbo yokuşu hızla tırmansa da, Smaug korkunç kafasını arkasındaki açıklığa uydurduğunda rahat etmesine yetecek kadar uzaklaşamamıştı. Neyse ki kafasının ve çenesinin tamamı deliğe sığmamıştı, ama burun deliklerinden fırlayan ateş ve buharlar Bilbo'nun peşine düşerek hobbitin düşmekten kıl payıyla kurtulup büyük bir acı ve korkuyla, etrafı görmedem tökezleyerek ilerlemesine yol açtı. Smaug'sa konuşmasının zekiliğnden pek hoşnut olmuş, ama sonra yaptığı hata onu sarsıp aklını başına getirmişti.

Bilbo, kendi kendine demiş ki
"Asla canlı ejderhalara gülme, Bilbo seni ahmak!"


Daha sonraları bu sevdiği bir söz olup atasözüne dönüştü.
Bilbo tünelden çıkıp cücelerin yanına döndü ve olanları anlatmaya başladı. Bu sırada bir ardıçkuşu onları dinliyor ve bu Bilbo'yu çok rahatsız ediyordu.

Bilbo", aksi bir sesle demiş ki
"Kahrolsun şu kuş"


Bilbo, yerden bir taş alıp ardıçkuşuna attı, o ise kanatlarını çırpıp yana çekilmekle yetinip hemen geri döndü.

Thorin demiş ki
"Onu rahat bırak. Ardıçkuşları iyi ve dost canlısıdır -bu gerçekten çok yaşlı bir kuş ve buralarda yaşayan, babamla büyükbabamın eline gelen evcilleşmiş kadim soyun sonuncusu olabilir. Uzun ömürlü ve büyülü bir ırktırlar ve bu o zamanlardan, iki yüz yıl, ya da daha uzun zaman önceden beri yaşayanlardan olabilir. Dale insanları dillerini anlama becerisine sahipti ve onları Göl insanlarına ve başka yerlere haber uçuran ulaklar olarak kullanırlardı"


Bilbo olanları anlatırken ardıçkuşu dinlemeye devam etti. Ta ki Smaug'un zayıf notkasını duyana kadar...

Smaug ise ininden gizlice çıkmış, sessizce yükseğe kanat çırpmış ve ardından, oradaki bir şeyi veya birini habersiz yakalamak ve hırsızın kullandığı geçidin açıldığı yeri bulmak umuduyla rüzgarı arkasına alıp, karanlığın içinde azman bir karga misali ağır ve yavaş bir biçimde Dağ'ın batısına doğru sürüklenmişti. Bu, çıkışın olduğunu tahmin ettiği yerde bile hiçbir şey bulamayıp hiç kimseyi göremediğinde kapıldığı gazabın patlamasıydı.
Öfkesini bu şekilde dışa vurduktan sonra kendisini daha iyi hissetti ve yüreğünde o yönden bir daha sıkıntı çekmeyeceğini düşündü. Bu arada alması gereken bir öç daha vardı.

Smaug demiş ki
"Fıçıya Binen! Ayakların su kıyısından geldi ve su yoluyla geldiğine şüphe yok. Kokunu tanımıyorum, ama Göl'deki o adamlardan biri değilsen bile onlardan yardım almışsın. Beni görecek ve Dağaltı'nın gerçek Kralı'ının kim olduğunuı hatırlayacaklar!"


Göl kasabası Esgaroth'un insanlarının çoğu içerideydiler, zira rüzgar kara doğudan esiyordu ve soğuktu, ama birkaçı rıhtımlarda yürümekte ve pek düşkün oldukları üzere, yıldızların gökyüzünde açılan aralıklardan parlayıp göl yüzeyinde yansımasını izlemekteydi. Gölün alt ucundaki alçak tepelerle örtüldüğü için Yalnız Dağ'ın büyük bölümü, Akan Nehir'in kuzeyinden geldiği küçük açıklık dışında, kasabalarından görünmüyordu ve hem uğursuz, hem de sabahın ilk ışıklarında dahi iç karartıcı olduğundan Dağ'a nadiren bakarlardı. Şimidyse karanlıkla örtülüp ortadan kaybolmuştu.

Aninden titreşerek görüntüye girdi; kısa süreli bir ışık ona değdi, ardından silindi

ALINTI
"Bakın, yine ışıklar! Dün gece gözcüler gece yarısından sabaha kadar yanıp yanıp söndüklerini görmüş. Yukarıda bir şeyler oluyor."


ALINTI
"Belki de Dağaltı'nın Kralı altın dövüyordur. Kuzeye gitmeyeli çok olmuştu. Şarkıların tekrar kendilerini kanıtlamasının zamanı geldi"


Uğursuz sesli adam demiş ki
"Hangi kral? Muhtemelen bunlar Dağaltı'nın bildiğimiz tek kralı Ejderha'nın yağmacı ateşleridir."


ALINTI
"Sen de her zaman uğursuz laflar edersin! Sellerden, zehirlenmiş balıklara kadar her şey. Neşeli bir şey düşünsene!"


Derken aniden tepelerin alçak yerlerinde büyük bir ışık belirdi ve gölün kuzey kıyısı altın rengine döndü.

ALINTI
"Dağaltı'nın Kralı! Serveti güneş gibidir, gümüşü bir çeşme, altın akar nehirleri! Nehir, Dağ'dan altın akıyor!"


Haykırdılar; dört bir yanda pencelereler açılıyor, ayaklar bir yerlere koşuyordu.
Halkta yine muazzam bir heyecan ve heves vardı. Ama uğursuz sesli adam aceleyle efendinin yanına koştu.

Uğursuz sesli adam demiş ki
"Ejderha gelmiyorsa ben ahmağın biriyim! Köprüleri yıkın! Silahlanın! Silahlanın!"


Ardından aniden uyarı boruları öttü ve kayalık sahillerde yankılandı. Tezahürat kesildi ve sevinç dehşete dönüştü. Bu sayede ejderha onları heptan hazırlıksız yakalamamış oldu.
Hızı o kadar yüksekti ki, onu kendilerine doğru hızla gelen ve büyüyerek parlaklaşan bir ateş parçası olarak görebiliyorlardı ve aralarında en aptal olanı bile kehanetlerin epey yanıldığından şüphe etmiyordu. Yine de biraz zamanları vardı. Yaklaşan Smaug'un korkunç sesi iyice yükselmeden ve göl, kanatlarının feci çırpışı altında ateş kızılına kesmeden önce kasabadaki her gemi suyla dolduruldu, her savaşçı silahlandı, her ok ve cirit hazır edildi ve karaya çıkan köprü indirilip yok edildi.

Çığlıklar, feryatlar ve erkeklerin bağırışları arasında başlarının üzerine geldi, köprülere doğru alçaldı ve bir yenilgiye uğradı! Köprü gitmişti ve düşmanları derin sular üzerindeki bir adadaydı -hoşlanmadığı kadar derin, karanlık ve soğuk-. Sulara dalsa bütün araziyi günlerce kaplayacak kadar çok duman ve buhar yükselirdi, ama göl ondan daha kudretliydi, içinden geçemeden ateşini söndürüverirdi.

Kükreyerek gerisingeri, kasabanın üzerine süzüldü. Bir grup kara ok havaya fırladı, pulları ve mücevherlerinden sekip takırdadı ve sapları göle ateş ve duman saçan soluğuyla tutuştu. Hayalinizde canlandırabileceğiniz hiçbir havai fişek gösterisi, o geceki manzaranın yanına yaklaşamaz. Yayların salınması ve boruların ötülmesi ejderhanın gazabını doruğa ulaştırdı, sonunda öfkeden gözü kör olmuştu. Çok uzun zamandır kimse onunla savaşmaya cürret edememişti, sağa sola koşuşup okçuları cesaretlendiren ve Efendi'yi onlara son oklarına kadar savaşmalarını buyurmaları için ısrar eden, sert sesli adam olmasa, buna şimdi de cüret edemezlerdi.

Ejderhanın çenesinden ateş püskürdü. Bir süre başlarının üzerinde daireler çizerek bütün gölü ateşe verdi; ayaklarının dibinde koyu siyah gölgelerin sıçradığı, sahildeki ağaçlar bakır ve kan gibi parlıyordu. Ardından öfkesinden gözü kararan ejderha düşmanına pullu tarafını dönmeyi düşünmeden, aklında bir tek kasabalarını ateşe vermek fikriyle, ok fırtınasının tam ortasına daldı.

O son sürat aşağı uçar, kasabanın içinden geçip tekrar dönerken, o gelmeden suyla iyice ıslatılmış olması rağmen saz damlar ile tahta krişlerden alevler fırladı. Ne zaman bir kıvılcım belirse yüz el üzerine su boca ediyordu. Ejderha dönerek üstlerine geldi. Kuyruğunun tek bir darbesiyle Büyük Ev'in damı yerle bir oldu. Söndürelemez alevler gecenin içine yağdı. Ejderha bir dönüş, bir dönüş daha yaptıkça evler birbiri ardına alevler içinde kalıp yıkıldı, yine de hiçbir ok Smaug'u etkisiz hale getiremiyor, hatta bataklıklardan gelme bir sinekten fazla canını yakamıyordu.

İnsanlar çoktan dört bir yandan kendilerini suya atmaktaydı. Kadınlar ve çocuklar pazar havuzundaki yüklü kayıklara yığılıyordu. Silahlar yerlere atıldı. Kısa bir süre önce cücelerin gelişi üzerine eski neşeli şarkıların söylendiği yerlerde şimdi yas ve gözyaşı hakimdi. Artık insanlar cücelerin adına lanet okuyorlardı. Efendi'nin kendisi de kargaşada kürek çekerek kaçmak ve kendisini kurtarmak umuduyla, varaklı büyük teknesine yönelmişti. Çok geçmeden kasabanın tamamı terk edilecek ve kavrulup göl seviyesiyle bir olacaktı.

Ejderha'nın umudu buydu. Hepsi kayıklara binse de umrunda değildi. Onları avlarken bolca eğlenebilirdi; ya da insanlar açlıktan ölene kadar oldukları yerde bekleyebilirdi. Hele bir karaya çıkmaya çalışsınlar, orada onları hazır bekliyor olacaktı. Çok geçmeden kıyıdaki tüm ormanları yakacak ve tüm tarlalarla otlakları kavuracaktı. Şimdiyse kasaba kandırma oyununu oynamak onu yıllarca eğlenemediği kadar eğlendirmekteydi.
Ama hala yanan evlerin arasında mevzilerinden ayrılmayan bir okçu birliği vardı. Yüzbaşıları, sert sesli ve sert yüzlü olan, arkadaşlarının sellerle zehirli balıklardan haberler vermekle suçladığı, ancak cesaretini de iyi bildiği Bard idi. Eski atalarından biri, karısı ile çocuğu uzun zaman önceki yıkımdan Akan Nehir üzerinden kaçan Dale Lord'u Girion'du. Şimdi porsukağacından sarı bir yayla ok atıyordu, ama biri hariç tüm okları tükenmişti. Ateşler yakınındaydı. Yoldaşları onu terk ediyordu. Yayını son kez eğdi.
Aniden karanlığın içinden bir şey kanat çırparak omzuna kondu. Bard irkildi, ama bu sadece ihtiyar bir ardıçkuşuydu. Korkusuzca kulanığının yanına tünemişti ve ona getirdiği haberi söylüyordu. Hayretler içinde kalarak kuşun lisanını anlayabildiğini gördü; zira o Dale ırkından idi

Ardıçkuşu demiş ki
"Bekle! Bekle! Ay yükseliyor. O uçup başının üzerinde dönerken sol göğsünün oyuğunu ara!"


Ve Bard şaşkınlıkla duraksadığında, ona Dağ'da olanları ve tüm duyduklarını anlattı.
Derken Bard yay ipini kulağına kadar çekti. Ejderha çember çizerek dönüyor, alçaktan uçuyordu ve o gelirken güneş doğu kıyısından yükseldi ve muazzam kanatlarını gümüşledi.

Bard demiş ki
"OK! Kara ok! Seni sona sakladım. Beni hiç yarı yolda bırakmadın ve seni her zaman geri alabildim. Sen bana babamdan kaldın, ona da eskilerden. Dağaltı'nın gerçek kralının ocaklarından geldinse şayet, şimdi git ve yolun açık olsun!"


Ejderha bir kez daha, her zamankinden alçak bir daire çizdi ve dönüp pike yaparken karnı ay ışığından alazlı değerli taşlarla bembeyaz parladı, ama bir yer hariç. Büyük yay tınladı. Siyah ok ipten dosdoğru sol göğüsteki, ön ayağın alabildiğine açılmış olduğu oyuğa doğru fırladı. Uçuşu öylesine şiddetliydi ki, ucuyla, sapıyla ve tüyleriyle birlikte hedefin içinde kayboldu. Smaug İnsanları sağır eden, ağaçları çeviren ve taşları çatlatan bir çığlıkla, ağzından ateşler püskürterek havaya fırladı, sırüstü döndü ve mahvolarak yükseklerden aşağı çakıldı.

Kasabanın tam üzerine düştü. Son çırpınışları kasabayı paramparça edip kıvılcımlarla çaylaklara ayırdı. Göl gümbürtüyle içeri doldu. Ayın altındaki ani karanlıkta muazzam bir ak duman yükseldi. Bir tıslama, taşkın bir anafor, ardından sessizlik oldu. İşte bu Smaug'un ve Esgaroth'un sonu oldu, ama Bard'ın değil.

Smaug ölmüş, Thror'un hazinesi muhafızsız kalmıştı. Bu haber yabanda hızla yayıldı.Goblinler ve warglar çoktan harekete geçmiş, Thranduil göl insanlarına yardım ve hazineden pay almak için yola çıkmıştı. Bu sırada Thorin, kuzgunlar vasıtasıyla, Smaug'un ölüm haberini almış ve Demir Dağlar'daki kuzeni Nain oğlu Dain'e haber yollamıştı. Cüce-Goblin savaşlarından deneyimli ve acımasız bir cüce ordusu yola çıkmıştı.